Dünyamı Aydınlatan “Özgür”lük - 1 -
- Sencer Özgür
- 6 Mar 2016
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Ara 2024
Yıl MÖ 238, Kartacalılar ile Roma Cumhuriyeti arasındaki devam eden gerilim yılları, 17 yıl sürecek 2. Pön Savaşları’nın öncesi. Yer 7 tepenin üzerine kurulmuş Roma Cumuriyeti’nin başkenti Roma. İşte bu tepelerden biri olan ve adını Herkül’ün oğullarından biri, efsanevi kral Aventinus’tan alan, güneybatıdaki Aventile Tepesi’nde yeni bir tapınak ve yeni bir tanrıça heykeli yükselmekte idi, Tanrıça “Libertas”. Libertas adını ve manasını, aslında iki kardeş Roma Tanrısı olan ve her ikisinin de adlarının anlamları “Özgür” olan “Liber” ve “Libera”dan alıyordu. İşte Roma’nın bir tepesinde ve mitolojisinde yükselmekte olan Libertas yani “Özgürlük Tanrıçası”, yüzyıllar sonra bir çok modern zaman sembolüne ilham verecekti, en başta da “Özgürlük Anıtı”na.

Büyük kızım, Ceren Özgür, bu yarı yıl tatilindeki hediyesini aslında çoktan belirlemişti. O yaştaki bir çocuk için oldukça alçak gönüllü ve ilginç bulduğum bir hediye istedi. Bir yapboz, alçak gönüllü tarafı, daha önceden beraberce de yaptığımız birçok yapboz vardı. İlginç tarafı ise bu sefer 3 boyutlu olanlardan olacaktı. O neşe içinde seçeneklere bakmaya başlamıştı. Ben de ilk defa 3 boyutlu bir yapboz yapıyor olacağımız için içten içe heyecanlanıyordum. Seçeneklerin hepsi ünlü, anıtsal yapılardan oluşuyordu. Çok tereddüt etmeden “Özgürlük Anıtı”nı seçti. Ben bu seçiminin anıtın popülerliğinden olduğunu düşünmüştüm; ne de olsa Amerika’da, özgürlük üzerine, filmlerde, resimlerde sıkça karşılaşabildiğimiz bir figürdü. Yanılmışım, bana o soruyu sorana kadar ne kadar ezbere düşündüğümü fark etmemiştim. Oysa O, 9 yaşında bir kız çocuğuydu...
Özgürlük Anıtı’nın tüm dünyada bilinirliği beyaz perdede görülmesiyle oldu. 1917 yılında; bir Charlie Chaplin filmi olan "The Immigrant". Adından da anlaşılacağı üzere, filmin konusu Amerika'ya göç eden bir adamın başından geçen trajikomik öykü idi. Bu yıllardan itibaren Özgürlük Anıtı sadece Amerika ve Fransa halkı için değil, tüm göçmenler için simgesel bir anıt halini almıştı. Diğer taraftan filmin gemide geçen ilk yarısında Chaplin'in göçmenlerle ilgili işlem yapan memuru tekmelediği sahne, yıllar sonra onun Amerikan aleyhtarlığının delili olarak sunularak, 1952'de Amerika'yı terk etmesi için yapılan baskılarda kullanılacaktı. Yine de "Göçmen", 1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçildi ve ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verildi.

Ancak yıllar geçtikçe, özgürlük anıtının popüler kültürdeki yeri kısa bir sürede değişmeye başlamıştı. Anıtın daha sonra rol aldığı filmler ilginç bir şekilde çoğunlukla bilim-kurgu, hatta ağırlıklı olarak “felaket-kurgu” olarak karşımıza çıkmıştı. Bazılarını hatırlatmak gerekirse Maymunlar Cehennemi, Derin Darbe, Godzilla, Yarından Sonraki Gün bunlardan sadece birkaçı. Filmlerdeki felaketlerin büyüklüğü tüm dünyayı etkileyecek boyutlardaydı ve anıt felaketleri ölçeklendirircesine karşımıza çıkmaktaydı. Bunların sonucunda, Özgürlük Anıtı günümüzde tüm insanlık için dünya medeniyetinin bir simgesi haline gelmiştir.
Gelelim bu anıtın hikayesine: Aslen anıtın fikir babası bir Fransız, şair, yazar, kuramcı (hukuk) ve kölelik karşıtı bir aktivisti olan Edouard de Laboulaye’di. Laboulaye, 1865 yılında, Amerika’daki yeni azat edilmiş kölelere destek veren Fransız Kurtuluş Komitesi başkanlığına seçildi. Bunun hemen ardından Amerika Birleşik Devletlerine bir hediye olarak özgürlüğü temsil eden bir heykel sunma fikrini ortaya koydu. Burada önemli amacından biri de Fransa’da 3. Napolyon tarafından bastırılmış fikirlere ışık tutmaktı. Belki de bu neden figürün bir elinde meşale ile Fransa’ya dönük olmasını etkiledi. Aslında eserin orijinal adı da kayıtlarda “Liberty Enlightening the World” (Dünyayı Aydınlatan Özgürlük) olarak geçmektedir.
Yapılacak anıt 1876 yılında tamamlanmak üzere planlandı yani Amerika Bağımsızlık Bildirgesi’nin (4 Temmuz 1776) 100. Yılı anısına tasarlanacaktı. Anıtın tasarlanması görevi ünlü Fransız helkeltraş Frederic Auguste Bartholdi’ye verildi. Bartholdi böyle devasa bir bakır heykel tasarımı ile ilgili yapısal sorunları gidermek için bir mühendisin yardımına ihtiyaç duydu. Alexandre Gustave Eiffel (Eyfel Kulesi'nin tasarımcısı) heykelin dik durmasını sağlayacak masif demir direği ve ikincil iskelet çerçeve tasarımı için görevlendirildi. Bartholdi’nin tasarımı 18 Şubat 1879 tarihinde Amerika Patent Enstitüsü tarafından USD11023 kayıt numarası ile onaylandı.
Eserin inşası her iki ülkenin ortak çalışması şeklinde olacak, böylelikle iki ülkenin yakınlaşması da sağlanacaktı. Amerika halkı New York Limanı’nın yakınındaki Bedloe’s Adası üzerinde anıtın kaidesini inşa ederken, Fransız halkı da Fransa’da heykeli inşa edecekti. Ancak, her iki ülkede de bu projenin gerçekleştirilmesi için gerekli parayı sağlamada sıkıntı yaşandı. Bunun üzerine Fransa’da kamusal harçla, düzenlenen çeşitli eğlence organizasyonları ve piyangolarla para sağlanırken, Amerikalılar tiyatro gösterileri, sanat sergileri ve açık arttırmalar aracılığıyla para topluyorlardı. Yine Amerika’da Joseph Pulitzer “Dünya” isimli gazetesi vasıtasıyla heykelin yapımı için para toplama çalışmalarına büyük destek verdi. Pulitzer yazılarıyla hem yeterince destek olmayan zengin sınıfı hem de paranın sağlanması için zengin sınıfa güvenen orta sınıfı harekete geçirmeyi başardı.

Aldığımız maket düşündüğümüzden de daha kolay bir şekilde yapılabiliyordu. Parçaların arka yüzüne basılmış numaralar hangi parçaların birbirleri ile birleştirilmesi gerektiğini net bir şekilde gösteriyordu. Bu sayade yarı yıl tatili süresince yapmayı düşündüğümüz çalışma, bir gün içinde tamamlandı. Zor tarafı köşe parçaların belli bir açıya gelinceye kadar bükülüp, kenar parçalarla düzgün bir şekilde devamlılığının sağlanması idi. Son iki parça, özellikle bükülerek monte edilmiş köşe parçaların zamanla deforme olup açılmasını engellemek üzere tasarlanmış yekpare çerçeveler idi. Ve son olarak çerçeveleri de kaideye yerleştirerek, maketi aynı gün tamamladık. Oysa bizim için “Özgürlük Heykeli”nin hikayesi daha yeni başlıyordu, Ceren’nin kısacık bir sorusu ile:
Ceren: Baba bu kim?
Ben: Özgürlük Anıtı
Ceren: Tamam da kim bu?
Ben: Bu bir heykel Ceren
Ceren: Onu biliyorum, heykelin yüzü kim?
Ben: ?!? (Kocaman şaşkın bir sessizlik)
O ana kadar bunu hiç düşünmemiştim, dahası heykelin yüzüne dikkatlice hiç bakmamıştım bile; kime benzer? Neye benzer? Kimden esinlenildi ya da modeli kimdir?... Onlarca yıldır var olan ve bildiğim bu anıt, benim için sadece Amerika, özgürlük, medeniyet ve felaketlerin ölçeği dışında bir şey olmamıştı. Oysa Ceren için, bu heykelin bendeki hiçbir anlamı yoktu. Ben şimdiye dek bırakın heykelin yüzünü, giysisini ve hatta cinsiyetini bile hiç sorgulamamıştım. Ceren ise onca seçenek içince bu yapboz modelini seçerken bunlara bakmış, bunlardan etkilenmişti; başında tacı, yanlarda lüleri olan saçları, mitolojik kostümü olan bir kadın! Bir elinde bir meşale ve diğerinde bir kitap! Soru gayet önemliydi: Kim bu?...
Comments